hikayeler
mobil menü:
HİKAYELER: Bir gece 2 arkadaş evde oturuyorduk.Canımız çok sıkılmış ve bir arkadaşımızın bize verdiği oyunu oymak istedik.Oyuna Başla tuşuna bastık.Sonra karşımıza Bir liste gibi bir şey çıktı bu cümleleri okumazsanız oyun başlamaz benimle birlikte tekrar edin.tam edecektik kapı çaldı ve bizim arkadaşlar geldi hazır onlarda gelmişken hep beraber oynayalım dedik.Onlarda kabul ettiler .Her neyse oyuna sözleri okuyarak girdik .Ekranda kendimizi gördük bizim maketlerimiz gibi bir şeydi ve önümüze yarı ölü kanlı kanlı yaratıklar geliyordu.elimiz de tüfek onları tamamen öldürmeliydik.Çok korktuk aslında ama kimse birbirine belli etmiyordu.Bir arkadaşımız isterseniz devam etmeyelim dedi. Olabilir yemek molası verelim dedik.(Aslında yemek molası falan değildi.Kimse bir daha oynamak istemezdi).o gece birlikte kaldık sabah katlığımızda bir arkadaşımız yoktu.nerdeyse aklımız çıkacaktı ki geldi .geldi ama çok kötüydü hepimiz çok feci olduk.ben sakın yaklaşma .NE OLDU sana dedim.titriyordu ve konuşamıyordu.Bize yaklaştı tam o sırada yere yığıldı.Hepimiz o anda kalpten gidecektik.Arkadaşımızın arkasında bir kılıç bıçak gibi bir şey vardı. Araya polis felan girdi.kısaca bu işin peşini bırakmadık.o gece oynadığımız oyundan şüphelendik.oyuna arkadaşımız için yeniden başlama kararı aldık Oyunu yeniden açtık açar açmaz arkadaşımızın ölümünü gördük her şey aynıydı ne oldu ne bitti yaşamış gibi izledik .sonra bir ses geldi SİZ OYUNU DURDURA BİLECEĞİNİZİ Mİ SANDINIZ?BU OYUN TAMAMLANMADAN ASLA BİTMEZ .SİZ DURDURSANIZDA O GERÇEK HAYATTA DEVAM EDER VE SİZ BUNUN ÖNÜNE ASLA GEÇEMEZSİNİZ. Evet sanırım bu doğruydu.Gerçek hayatta devam ediyor.biz bu laneti bitirmek için devam ettik ama olmuyordu her gün içimizden biri iğren biçimde hayatını kalbediyordu. Son 1 kız ben 2 erkek kaldık ama bizde çok tan ölmüş gibiydik bütün arkadaşlarımız bilinmeyen bir şey yüzünden ölmüştü.ama biz devam ettik.benle birlikte olan arkadaşım eskiden başından geçen bir olayı anlattı.tam hatırlamıyorum ama arkadaşımın annesinin evinde bir yangın çıkmış ve o sırada annesi yatıyormuş arkadaşım annesini kurtarmak için içeri girdiğinde annesi yanmış bir biçimdeymiş.bu yüzden arkadaşım ateşten çok korkuyordu.bunu anlatmamın sebebiyse.çok eskiden elizabeth diye bir kadın varmış her ne olduysa bu kadını bir kuleye kapatmışlar.kadının sadece 1 penceresi varmış başka bir şey yok .neyse kısa kesiyim oyunu bitirmeye yaklaşmıştık Oyunda karşımıza o kandın elizabeth çıktı .bizim oyuna göre bu kadını oyundan yok etmek için kalbine –eline – ve – alnına birer çivi çakıp sonrada kanları yakmak gerekliymiş.buna nasıl cesaret edebilirdik ama yapmalıydık yoksa bizde feci bir sonla ölecektik ve daha önemlisi arkadaşlarımızın öcünü alamayacaktık .bir erkek arkadaşımız bilgisayardan bizi yönlendiriyordu nereye girelim ve girmediğimiz yerleri o açıyordu bize .oyunda güller vardı her bir gül bir mermiye denk geliyordu. sonra ne olduysa bizi yönlendiren arkadaşımız bırak peşimi hile yaptın lanet olsun sana diye sesler geliyordu.ve sonra ondan ses alamadık.kadını bulduk .yanımdaki arkadaşım bu işi ben yapıcam her ne olursa olsun .sen burada kal beni bekle dedi. İçeri girdi ve kadına ne gerekiyorsa yapmış.1 kalbine 1 alnına 1 de eline çivileri çakmış.sonra tam kanları yakıcakmış bir ses duyarak arkasına başmış ve kadın ayakta ona doğru yürüyormuş sonra alına BU KADININ GÜZELLİĞİNE NE KAR DÜŞKÜN OLDUĞU GELMİŞ VE YERDEKİ BİLGİSAYARIN KAPARINI ONA DOĞRU TUTMUŞ.Ve kadının attığı çığlığı ben de duydum .kan erimiş kanlar yerde ve kanları yakmış. Her yer ateş almış bende dayanamadım ve içeri girdim küçüklüğü aklına gelmiş çocukken oturduğu gibi kalmıştı onu oradan çıkardım.çok kötüydü ama çıktığımızda öteki arkadaşımızı gördüğümüzde sevinçten koşarak ona sarıldık. Ona nasıl odluda kurulduğunu sorduk .o da beni yakalamaya çalıştı ben bir gül bahçesine düşmüşüm farkında değildim.ama kadına gül atınca ona zarar veriyordu ya oda yaklaşamamış bende bayılmışım ayıldığımda hemen buraya geldim dedi. Bizde ona oyunu tamamladığımızı söyledik.bu olay bizi çok etkilemişti ama sonunda başarmıştı.BİZ HAYATTA KALMAYI BAŞARDIK. Ahmet, elinde valizi şosede otobüsten inmişti, bundan sonra köyüne yayan gidecekti...Gökte yıldızlar, sanki gülüyordu delikanlıya, ne çok yıldız vardı, "askerlik bitti Dudu, çok şükür az sonra sana kavuşacağım !"diye geçirdi içinden. Yürüyordu yolu... Ekim ayının serin bir gecesiydi, bozkır ucu bucağı belli olmayan boz kır,önünde uzayıp gidi- yordu. Çocukluğu aklına geldi birden, yaz geceleri anası ile babası odalarında yatarken, o kız kardeşleri ile damda yatardı. Yer yataklarında gece yarılarına kadar kikir kikir gülerek, kendi ara- larında şakalaşırlardı...En ilginci de gökteki, yıldızı aralarında paylaşırlardı...Ahmet, sabaha karşı görünen en parlak yıldız olan demir kazık "çoban yıldızını severdi" ... Yolun kenarında, biçilen ekin tarlaları görünü yordu...Harman sonu, düğün gününü kararlaştırmış- lardı, Dudu'nun babası ile kendi babası. Babası, "Sağılacakla teskereni al gel, düğününü yapalım oğlum!"diye mektup yazmıştı. Trene biner- ken, kuracağı yuvanın düşünü kuruyordu..Konpart manda, yaşlı bir adamla, genç bir kadın vardı.. "Oğul, pek dalgınsın, dikkat ettim, yüzün hiç gülmüyor, bir sıkıntın mı var ?"diye sormuştu yaşlı adam. Gülümsemişti, " teskeremi aldım, vatan bor- cunu yapıp köyüme sevdiklerime dönüyorum amca !" diye cevap vermişti..Adam, "nerelisin ?" diye sormuştu. Köyünün adını söylemişti... Tren birkaç istasyonda durmuş, inenler, binenler olmuştu...Yol yorgunluğunun üstüne uyku da bastırmıştı. Trenin sarsıntılı sesi, arada bir çalan düdüğü, askere giderken, kendisi gibi son tertip olan asker adaylarının, kiminin neşeli kiminin yakın larının gelmemesi nedeniyle buruk olmasını anım- sadı, gülümsedi, "Ahmet efendi ! askerlik bitti köyündesin işte..!"diye söylendi kendi kendine... Annesi ile babası, bacıları kim bilir nasıl şaşıracak- lardı...Tezkere gününü , yazmamıştı babasına Süpriz yapacaktı ! Dudu, yeşil gözlü, yay kaşlı yavuklusu karşısında görünce kimbilir nasıl sevi- necekti...Yanıklar köyünde, şimdiye kadar böyle düğün ne gördük ne de yaşadık !Aşkolsun Ahmet'lere diyeceklerdi... Köyün mezarlığına gelmişti. Taşlarla çevrili mezarlığın yanından geçerken içi ürpermişti nedense...Oysa, askerlikte, nöbet tutarken, karşıda mezarlık vardı, her gün, bu mezarlığa cenaze arabasıyla, erkek ,kadın, çocuk, yaşllı her dinden her mezhepten cenaze geliyordu. Müslüman mezarı hemen belli oluyordu.. Mezar taşının üstünde ay ve yıldız, ölenin adı soyadı, cinsiyeti , doğum ve ölüm tarihi, baba adı, memleketi yazılıydı... Mezarlığı geçmişti ki, arkadan sinsice yaklaşan bir tilki bacağını ıssırdı. " Vay namussuz hayvan !" diye tilkiye yerden bir taş alıp attı, tilki çoktan karşıya geçip mezarlığa girmişti... Köye, girdiğinde, gecenin bi yarısı olmuştu. Köy derin uykudaydı...Işıklar sönmüş, gök yüzünde testekerlek bir ay vardı, hava açıktı. Ayak sesine köyden birkaç köpek havladı... * * * * Avlu kapısından girdi, dut ağacına zincirle bağlı, kara kıllı, kulakları kesik bir köpek, sahibini tanımadığından , zinciri koparmak için yırtınırken Osman efendi, ayak yoluna çıkmak için, taş merdi venden iniyordı ki karşısında valizli, uzun boylu sırtında goçuk, Ahmet'i birden karşısında görünce tanıyamadı, "hayırdır inşallah ! Bu eli valizli kim bu gece vakti gelen !" diye söylendi...Ahmet, gülümseyerek, ay ışığında, balmumu gibi sarı yüzlü babasına baktı." Baba!beni tanımadın mı ?"dedi. " Ben Ahmet !" Adam, " Amet, oğlum !" diye sesi titredi.."Hayır mı oğlum ? Gece vakti insan gelir mi? Gündüz gelir insan, haydi yukarı çık, ben de su döküyüm geliyom " Ahmet , babasının açık bıraktığı kapıdan girdi.. Osman efendi, etrafı taşla çevrili yüz numaraya oturarak büyük aptestini yaptı, sonra, naylon ıbrıktan su dökerek k.... yıkadı, sonra yerden sabunluktan el sabununu alarak, ellerini yıkadı şalvarını yukarı çekerek, merdivenden eve çıktı. Ahmet, elindeki valizi, kapı girişine koydu. Sonra babasının eline geldi, yaşı adam, oğlunun yüzünü öptü. Delikanlı, "Anamla,bacılarımı uyandır ma baba !"dedi.."Sabah olsun, görüşürüm..." Yaşlı adam, "yol yorgunusun oğul, yatağını yapsınlar da yat !" dedi.. "Baba sen rahatına bak ! Ben şu sedire uzanırım...!" dedi.. Osman Efendi, bir battaniye getirdi. "Uyuyanın üstüne kar yağarmış, şunu üstüne ört Ahmet, yastığa başını koyar koymaz uyudu * * * * O sabah, erkenden uyanan Ahmet, ocakta süt kaynatan annesinin elini öptü..Yaşlı kadın, sevinçten gözleri doldu geldi..Sarıldı oğluna. "Ana...Anacığım nasılsın ? Hastalığın nasıl oldu ?" dedi . Yaşlı kadın, "yaşlandık gayri oğul...! Baban şeere götürdü, doktura gösterdi, şu kırmızı hapları verdi, kullanalı dizimin ağrısı azaldı !"dedi.. Sabah namazını kılan Osman efendi, karısına " süt piştiyse, Amet'e koy da içisin !" dedi.. Delikanlı, "Eee...siz de ne var ne yok ?"dedi.. Yaşlı adam, " Biz iyiyiz oğul, maşallah eskerlik sana yaramış...! Ne o ? Çorabı niye çıkardın ?" "Evde kolanya var mı ? Namussuz tiki ıssırdı.." dedi..Yaşlı adam, "durup dururken tilki ıssırmaz oğul...Doktora gitsen iyi olur...!" Ahmet, güldü, "tilkinin ısırığından ne olacak baba! Alt tarafı bir sıyrık ..." Keziban, ağabeyisine sarıldı, öptü. Ahmet gülerek, "kız büyümüşsün , hem de güzelleşmişsin dedi..Kızın yüzü kızarmıştı. Sonra, "Dudunun haberi yok ! Git geldiğimi haber ver, ben de yarın giderim !"dedi.. * * * * Dudu, Ahmet'in askerden teskeresini alıp gel- mesine çok sevinmişti. Çeyizini düzmüş, kaynanası kayınbabası ve Ahmet!le şehire giderek, gelinliğini almışlar, sonra , kız eviyle anlaşarak, gelin için gerekli ev eşyalarını almışlar, düğün gününü karar laştırmışlardı. Ekimin, ikinci haftası, Cumartesi günü başlayacak düğün, Pazar günü gelinin baba evinden alınıp oğlan evine götürülmesi ile son bulacaktı. Osman Efendi, düğün sofrasını üst kata kurdurmuştu...Kadınlar da alt kattaydı..Üst kat yetmediği için, bahçenin içine de masalar atılmıştı. Evin çatısına bir bayrak, bayrak direğine de elma takılmıştı. Komşu Köylerden, şehirden gelen misafirler üst kata alınıyordu. Davul ile zurna, oğlan evinin kapısında, okuntuya gelenleri selamlarken, okuntucular davulcu ile zurnacıya gönlünden ne koparsa veriyordu. Osman Efendi, silah atılmasını istemediği halde, delikanlılar, erkek ler halay çekerken, tabancanın namlusuna kurşun sürüp tetiğe basıyorlardı... Ahmet rakının verdiği mahmurlukla başı dönüyordu...Ama, hareketleri, bir garipti, onu tanıyan delikanlılar, "Ahmet'i rakı çarptı galiba diye gülüyorlardı.. Dudu, eline kına yakılırken, kızın biri "Yüksek Yüksek tepelere ev kurmasınlar , aşırı aşırı memle kete kız vermesinler !" diye türkü söylüyor, adet olduğu üzere, gelin ağlatılıordu...Dudu ağla sa da "hem ağlarım hem giderim misali içi heyecandan titriyordu... * * * Ahmet, Duduyu kuaföre götürerek saçlarını yaptırmış, kendisi, lacivert bir elbise, ve beyaz bir gömlek, ayaklarına da siyah bir makosen ayakkabı almıştı. * * * Gerdek odasına girdiklerinde ikisi de heyacanlıy- dı...Ahmet'ın bakışları bir garipti, kızı öperken ca- nını acıtıyordu...Ama Dudu, heyecandan sanarak katlanıyordu buna...Giderek, delikanlının hareket- leri daha da dengesizleşmişti...Kızın neresi gelirse ısırıyor, göz bebekleri büyüyor, ağzından beyaz köpükler geliyordu. "İmdaaaat!" diye bağıdı. Çığlığı, kapının dışında, kanlı çarşaf bekleyen yengelerden biri duydu. Kızın çığlığına, utanmayı neyi bir tarafa bırakarak, odaya girdi..Manzara korkunçtu, kızın her tarafı diş izi ve kandı.. " Aman Allah 'ım ! Ahmet kudurmuş !" diye avazı çıktığı kadar bağırdı. Sesi duyan sağdıç Hüseyin, içeri daldı, belinden tabancasını çıkarıp kızın üstüne abanan, Ahmet'in tam kafasına nişan alıp tatiğe bastı, odanın içini önce şiddetli bir patlama aldı, sonra Ahmet arka üstü devrildi... Osman efendinin nutku tutulmuştu sanki. Ahmet'in annesi,kalb krizi geçirirken, iki kız kardeşi ,yerde cansız yatan, ağzının kenarında köpükler olan ve damat elbisesi ve beyaz gömleği kan içindeki talihsiz ağabeylerine ve murada eremeyen geline ağlayarak bakıyorlardı... Zavallı Dudu, eli yüzü kan ve diş izleri içinde korkudan tütriyordu. Yaşadığı korkunç olayın etkisinden hala kurtulamadığından şoka girmişti Sağdıç Hüseyin, karakolda alınan ifadesinden sonra serbest bırakılmıştı ******* Dudu, nun ailesi, o olaydan sonra köyden göç etmişti...Dudu, kurtuldu mu yoksa kudurup feci şekilde öldü mü ? Aile nereye gitti, başlarına ne geldi bilen yok... Ama, her ekim ayında, Dudu kızın düğününün olduğu gün uğursuzluk sayıldığından, evlenen gençler, gerdek gecesini o güne denk getirmezler. Ve gelinlik kızlar, her ekim ayında, oturup ağlar Ahmet, in mezarı, köyün girişindeki, mezar lıkta, etrafı taş duvarla çevrili mezarlarlığın içinde en yeni mezar, Ahmet'in mezarı, mezarının başına konan mermerde, Ahmet'in adı soyadı, baba adı doğum tarihi ,doğum yeri, ve ölüm tarihi yazılı Ahmet, elinde valizi şosede otobüsten inmişti, bundan sonra köyüne yayan gidecekti...Gökte yıldızlar, sanki gülüyordu delikanlıya, ne çok yıldız vardı, "askerlik bitti Dudu, çok şükür az sonra sana kavuşacağım !"diye geçirdi içinden. Yürüyordu yolu... Ekim ayının serin bir gecesiydi, bozkır ucu bucağı belli olmayan boz kır,önünde uzayıp gidi- yordu. Çocukluğu aklına geldi birden, yaz geceleri anası ile babası odalarında yatarken, o kız kardeşleri ile damda yatardı. Yer yataklarında gece yarılarına kadar kikir kikir gülerek, kendi ara- larında şakalaşırlardı...En ilginci de gökteki, yıldızı aralarında paylaşırlardı...Ahmet, sabaha karşı görünen en parlak yıldız olan demir kazık "çoban yıldızını severdi" ... Yolun kenarında, biçilen ekin tarlaları görünü yordu...Harman sonu, düğün gününü kararlaştırmış- lardı, Dudu'nun babası ile kendi babası. Babası, "Sağılacakla teskereni al gel, düğününü yapalım oğlum!"diye mektup yazmıştı. Trene biner- ken, kuracağı yuvanın düşünü kuruyordu..Konpart manda, yaşlı bir adamla, genç bir kadın vardı.. "Oğul, pek dalgınsın, dikkat ettim, yüzün hiç gülmüyor, bir sıkıntın mı var ?"diye sormuştu yaşlı adam. Gülümsemişti, " teskeremi aldım, vatan bor- cunu yapıp köyüme sevdiklerime dönüyorum amca !" diye cevap vermişti..Adam, "nerelisin ?" diye sormuştu. Köyünün adını söylemişti... Tren birkaç istasyonda durmuş, inenler, binenler olmuştu...Yol yorgunluğunun üstüne uyku da bastırmıştı. Trenin sarsıntılı sesi, arada bir çalan düdüğü, askere giderken, kendisi gibi son tertip olan asker adaylarının, kiminin neşeli kiminin yakın larının gelmemesi nedeniyle buruk olmasını anım- sadı, gülümsedi, "Ahmet efendi ! askerlik bitti köyündesin işte..!"diye söylendi kendi kendine... Annesi ile babası, bacıları kim bilir nasıl şaşıracak- lardı...Tezkere gününü , yazmamıştı babasına Süpriz yapacaktı ! Dudu, yeşil gözlü, yay kaşlı yavuklusu karşısında görünce kimbilir nasıl sevi- necekti...Yanıklar köyünde, şimdiye kadar böyle düğün ne gördük ne de yaşadık !Aşkolsun Ahmet'lere diyeceklerdi... Köyün mezarlığına gelmişti. Taşlarla çevrili mezarlığın yanından geçerken içi ürpermişti nedense...Oysa, askerlikte, nöbet tutarken, karşıda mezarlık vardı, her gün, bu mezarlığa cenaze arabasıyla, erkek ,kadın, çocuk, yaşllı her dinden her mezhepten cenaze geliyordu. Müslüman mezarı hemen belli oluyordu.. Mezar taşının üstünde ay ve yıldız, ölenin adı soyadı, cinsiyeti , doğum ve ölüm tarihi, baba adı, memleketi yazılıydı... Mezarlığı geçmişti ki, arkadan sinsice yaklaşan bir tilki bacağını ıssırdı. " Vay namussuz hayvan !" diye tilkiye yerden bir taş alıp attı, tilki çoktan karşıya geçip mezarlığa girmişti... Köye, girdiğinde, gecenin bi yarısı olmuştu. Köy derin uykudaydı...Işıklar sönmüş, gök yüzünde testekerlek bir ay vardı, hava açıktı. Ayak sesine köyden birkaç köpek havladı... * * * * Avlu kapısından girdi, dut ağacına zincirle bağlı, kara kıllı, kulakları kesik bir köpek, sahibini tanımadığından , zinciri koparmak için yırtınırken Osman efendi, ayak yoluna çıkmak için, taş merdi venden iniyordı ki karşısında valizli, uzun boylu sırtında goçuk, Ahmet'i birden karşısında görünce tanıyamadı, "hayırdır inşallah ! Bu eli valizli kim bu gece vakti gelen !" diye söylendi...Ahmet, gülümseyerek, ay ışığında, balmumu gibi sarı yüzlü babasına baktı." Baba!beni tanımadın mı ?"dedi. " Ben Ahmet !" Adam, " Amet, oğlum !" diye sesi titredi.."Hayır mı oğlum ? Gece vakti insan gelir mi? Gündüz gelir insan, haydi yukarı çık, ben de su döküyüm geliyom " Ahmet , babasının açık bıraktığı kapıdan girdi.. Osman efendi, etrafı taşla çevrili yüz numaraya oturarak büyük aptestini yaptı, sonra, naylon ıbrıktan su dökerek k.... yıkadı, sonra yerden sabunluktan el sabununu alarak, ellerini yıkadı şalvarını yukarı çekerek, merdivenden eve çıktı. Ahmet, elindeki valizi, kapı girişine koydu. Sonra babasının eline geldi, yaşı adam, oğlunun yüzünü öptü. Delikanlı, "Anamla,bacılarımı uyandır ma baba !"dedi.."Sabah olsun, görüşürüm..." Yaşlı adam, "yol yorgunusun oğul, yatağını yapsınlar da yat !" dedi.. "Baba sen rahatına bak ! Ben şu sedire uzanırım...!" dedi.. Osman Efendi, bir battaniye getirdi. "Uyuyanın üstüne kar yağarmış, şunu üstüne ört Ahmet, yastığa başını koyar koymaz uyudu * * * * O sabah, erkenden uyanan Ahmet, ocakta süt kaynatan annesinin elini öptü..Yaşlı kadın, sevinçten gözleri doldu geldi..Sarıldı oğluna. "Ana...Anacığım nasılsın ? Hastalığın nasıl oldu ?" dedi . Yaşlı kadın, "yaşlandık gayri oğul...! Baban şeere götürdü, doktura gösterdi, şu kırmızı hapları verdi, kullanalı dizimin ağrısı azaldı !"dedi.. Sabah namazını kılan Osman efendi, karısına " süt piştiyse, Amet'e koy da içisin !" dedi.. Delikanlı, "Eee...siz de ne var ne yok ?"dedi.. Yaşlı adam, " Biz iyiyiz oğul, maşallah eskerlik sana yaramış...! Ne o ? Çorabı niye çıkardın ?" "Evde kolanya var mı ? Namussuz tiki ıssırdı.." dedi..Yaşlı adam, "durup dururken tilki ıssırmaz oğul...Doktora gitsen iyi olur...!" Ahmet, güldü, "tilkinin ısırığından ne olacak baba! Alt tarafı bir sıyrık ..." Keziban, ağabeyisine sarıldı, öptü. Ahmet gülerek, "kız büyümüşsün , hem de güzelleşmişsin dedi..Kızın yüzü kızarmıştı. Sonra, "Dudunun haberi yok ! Git geldiğimi haber ver, ben de yarın giderim !"dedi.. * * * * Dudu, Ahmet'in askerden teskeresini alıp gel- mesine çok sevinmişti. Çeyizini düzmüş, kaynanası kayınbabası ve Ahmet!le şehire giderek, gelinliğini almışlar, sonra , kız eviyle anlaşarak, gelin için gerekli ev eşyalarını almışlar, düğün gününü karar laştırmışlardı. Ekimin, ikinci haftası, Cumartesi günü başlayacak düğün, Pazar günü gelinin baba evinden alınıp oğlan evine götürülmesi ile son bulacaktı. Osman Efendi, düğün sofrasını üst kata kurdurmuştu...Kadınlar da alt kattaydı..Üst kat yetmediği için, bahçenin içine de masalar atılmıştı. Evin çatısına bir bayrak, bayrak direğine de elma takılmıştı. Komşu Köylerden, şehirden gelen misafirler üst kata alınıyordu. Davul ile zurna, oğlan evinin kapısında, okuntuya gelenleri selamlarken, okuntucular davulcu ile zurnacıya gönlünden ne koparsa veriyordu. Osman Efendi, silah atılmasını istemediği halde, delikanlılar, erkek ler halay çekerken, tabancanın namlusuna kurşun sürüp tetiğe basıyorlardı... Ahmet rakının verdiği mahmurlukla başı dönüyordu...Ama, hareketleri, bir garipti, onu tanıyan delikanlılar, "Ahmet'i rakı çarptı galiba diye gülüyorlardı.. Dudu, eline kına yakılırken, kızın biri "Yüksek Yüksek tepelere ev kurmasınlar , aşırı aşırı memle kete kız vermesinler !" diye türkü söylüyor, adet olduğu üzere, gelin ağlatılıordu...Dudu ağla sa da "hem ağlarım hem giderim misali içi heyecandan titriyordu... * * * Ahmet, Duduyu kuaföre götürerek saçlarını yaptırmış, kendisi, lacivert bir elbise, ve beyaz bir gömlek, ayaklarına da siyah bir makosen ayakkabı almıştı. * * * Gerdek odasına girdiklerinde ikisi de heyacanlıy- dı...Ahmet'ın bakışları bir garipti, kızı öperken ca- nını acıtıyordu...Ama Dudu, heyecandan sanarak katlanıyordu buna...Giderek, delikanlının hareket- leri daha da dengesizleşmişti...Kızın neresi gelirse ısırıyor, göz bebekleri büyüyor, ağzından beyaz köpükler geliyordu. "İmdaaaat!" diye bağıdı. Çığlığı, kapının dışında, kanlı çarşaf bekleyen yengelerden biri duydu. Kızın çığlığına, utanmayı neyi bir tarafa bırakarak, odaya girdi..Manzara korkunçtu, kızın her tarafı diş izi ve kandı.. " Aman Allah 'ım ! Ahmet kudurmuş !" diye avazı çıktığı kadar bağırdı. Sesi duyan sağdıç Hüseyin, içeri daldı, belinden tabancasını çıkarıp kızın üstüne abanan, Ahmet'in tam kafasına nişan alıp tatiğe bastı, odanın içini önce şiddetli bir patlama aldı, sonra Ahmet arka üstü devrildi... Osman efendinin nutku tutulmuştu sanki. Ahmet'in annesi,kalb krizi geçirirken, iki kız kardeşi ,yerde cansız yatan, ağzının kenarında köpükler olan ve damat elbisesi ve beyaz gömleği kan içindeki talihsiz ağabeylerine ve murada eremeyen geline ağlayarak bakıyorlardı... Zavallı Dudu, eli yüzü kan ve diş izleri içinde korkudan tütriyordu. Yaşadığı korkunç olayın etkisinden hala kurtulamadığından şoka girmişti Sağdıç Hüseyin, karakolda alınan ifadesinden sonra serbest bırakılmıştı ******* Dudu, nun ailesi, o olaydan sonra köyden göç etmişti...Dudu, kurtuldu mu yoksa kudurup feci şekilde öldü mü ? Aile nereye gitti, başlarına ne geldi bilen yok... Ama, her ekim ayında, Dudu kızın düğününün olduğu gün uğursuzluk sayıldığından, evlenen gençler, gerdek gecesini o güne denk getirmezler. Ve gelinlik kızlar, her ekim ayında, oturup ağlar Ahmet, in mezarı, köyün girişindeki, mezar lıkta, etrafı taş duvarla çevrili mezarlarlığın içinde en yeni mezar, Ahmet'in mezarı, mezarının başına konan mermerde, Ahmet'in adı soyadı, baba adı doğum tarihi ,doğum yeri, ve ölüm tarihi yazılı Ahmet, elinde valizi şosede otobüsten inmişti, bundan sonra köyüne yayan gidecekti...Gökte yıldızlar, sanki gülüyordu delikanlıya, ne çok yıldız vardı, "askerlik bitti Dudu, çok şükür az sonra sana kavuşacağım !"diye geçirdi içinden. Yürüyordu yolu... Ekim ayının serin bir gecesiydi, bozkır ucu bucağı belli olmayan boz kır,önünde uzayıp gidi- yordu. Çocukluğu aklına geldi birden, yaz geceleri anası ile babası odalarında yatarken, o kız kardeşleri ile damda yatardı. Yer yataklarında gece yarılarına kadar kikir kikir gülerek, kendi ara- larında şakalaşırlardı...En ilginci de gökteki, yıldızı aralarında paylaşırlardı...Ahmet, sabaha karşı görünen en parlak yıldız olan demir kazık "çoban yıldızını severdi" ... Yolun kenarında, biçilen ekin tarlaları görünü yordu...Harman sonu, düğün gününü kararlaştırmış- lardı, Dudu'nun babası ile kendi babası. Babası, "Sağılacakla teskereni al gel, düğününü yapalım oğlum!"diye mektup yazmıştı. Trene biner- ken, kuracağı yuvanın düşünü kuruyordu..Konpart manda, yaşlı bir adamla, genç bir kadın vardı.. "Oğul, pek dalgınsın, dikkat ettim, yüzün hiç gülmüyor, bir sıkıntın mı var ?"diye sormuştu yaşlı adam. Gülümsemişti, " teskeremi aldım, vatan bor- cunu yapıp köyüme sevdiklerime dönüyorum amca !" diye cevap vermişti..Adam, "nerelisin ?" diye sormuştu. Köyünün adını söylemişti... Tren birkaç istasyonda durmuş, inenler, binenler olmuştu...Yol yorgunluğunun üstüne uyku da bastırmıştı. Trenin sarsıntılı sesi, arada bir çalan düdüğü, askere giderken, kendisi gibi son tertip olan asker adaylarının, kiminin neşeli kiminin yakın larının gelmemesi nedeniyle buruk olmasını anım- sadı, gülümsedi, "Ahmet efendi ! askerlik bitti köyündesin işte..!"diye söylendi kendi kendine... Annesi ile babası, bacıları kim bilir nasıl şaşıracak- lardı...Tezkere gününü , yazmamıştı babasına Süpriz yapacaktı ! Dudu, yeşil gözlü, yay kaşlı yavuklusu karşısında görünce kimbilir nasıl sevi- necekti...Yanıklar köyünde, şimdiye kadar böyle düğün ne gördük ne de yaşadık !Aşkolsun Ahmet'lere diyeceklerdi... Köyün mezarlığına gelmişti. Taşlarla çevrili mezarlığın yanından geçerken içi ürpermişti nedense...Oysa, askerlikte, nöbet tutarken, karşıda mezarlık vardı, her gün, bu mezarlığa cenaze arabasıyla, erkek ,kadın, çocuk, yaşllı her dinden her mezhepten cenaze geliyordu. Müslüman mezarı hemen belli oluyordu.. Mezar taşının üstünde ay ve yıldız, ölenin adı soyadı, cinsiyeti , doğum ve ölüm tarihi, baba adı, memleketi yazılıydı... Mezarlığı geçmişti ki, arkadan sinsice yaklaşan bir tilki bacağını ıssırdı. " Vay namussuz hayvan !" diye tilkiye yerden bir taş alıp attı, tilki çoktan karşıya geçip mezarlığa girmişti... Köye, girdiğinde, gecenin bi yarısı olmuştu. Köy derin uykudaydı...Işıklar sönmüş, gök yüzünde testekerlek bir ay vardı, hava açıktı. Ayak sesine köyden birkaç köpek havladı... * * * * Avlu kapısından girdi, dut ağacına zincirle bağlı, kara kıllı, kulakları kesik bir köpek, sahibini tanımadığından , zinciri koparmak için yırtınırken Osman efendi, ayak yoluna çıkmak için, taş merdi venden iniyordı ki karşısında valizli, uzun boylu sırtında goçuk, Ahmet'i birden karşısında görünce tanıyamadı, "hayırdır inşallah ! Bu eli valizli kim bu gece vakti gelen !" diye söylendi...Ahmet, gülümseyerek, ay ışığında, balmumu gibi sarı yüzlü babasına baktı." Baba!beni tanımadın mı ?"dedi. " Ben Ahmet !" Adam, " Amet, oğlum !" diye sesi titredi.."Hayır mı oğlum ? Gece vakti insan gelir mi? Gündüz gelir insan, haydi yukarı çık, ben de su döküyüm geliyom " Ahmet , babasının açık bıraktığı kapıdan girdi.. Osman efendi, etrafı taşla çevrili yüz numaraya oturarak büyük aptestini yaptı, sonra, naylon ıbrıktan su dökerek k.... yıkadı, sonra yerden sabunluktan el sabununu alarak, ellerini yıkadı şalvarını yukarı çekerek, merdivenden eve çıktı. Ahmet, elindeki valizi, kapı girişine koydu. Sonra babasının eline geldi, yaşı adam, oğlunun yüzünü öptü. Delikanlı, "Anamla,bacılarımı uyandır ma baba !"dedi.."Sabah olsun, görüşürüm..." Yaşlı adam, "yol yorgunusun oğul, yatağını yapsınlar da yat !" dedi.. "Baba sen rahatına bak ! Ben şu sedire uzanırım...!" dedi.. Osman Efendi, bir battaniye getirdi. "Uyuyanın üstüne kar yağarmış, şunu üstüne ört Ahmet, yastığa başını koyar koymaz uyudu * * * * O sabah, erkenden uyanan Ahmet, ocakta süt kaynatan annesinin elini öptü..Yaşlı kadın, sevinçten gözleri doldu geldi..Sarıldı oğluna. "Ana...Anacığım nasılsın ? Hastalığın nasıl oldu ?" dedi . Yaşlı kadın, "yaşlandık gayri oğul...! Baban şeere götürdü, doktura gösterdi, şu kırmızı hapları verdi, kullanalı dizimin ağrısı azaldı !"dedi.. Sabah namazını kılan Osman efendi, karısına " süt piştiyse, Amet'e koy da içisin !" dedi.. Delikanlı, "Eee...siz de ne var ne yok ?"dedi.. Yaşlı adam, " Biz iyiyiz oğul, maşallah eskerlik sana yaramış...! Ne o ? Çorabı niye çıkardın ?" "Evde kolanya var mı ? Namussuz tiki ıssırdı.." dedi..Yaşlı adam, "durup dururken tilki ıssırmaz oğul...Doktora gitsen iyi olur...!" Ahmet, güldü, "tilkinin ısırığından ne olacak baba! Alt tarafı bir sıyrık ..." Keziban, ağabeyisine sarıldı, öptü. Ahmet gülerek, "kız büyümüşsün , hem de güzelleşmişsin dedi..Kızın yüzü kızarmıştı. Sonra, "Dudunun haberi yok ! Git geldiğimi haber ver, ben de yarın giderim !"dedi.. * * * * Dudu, Ahmet'in askerden teskeresini alıp gel- mesine çok sevinmişti. Çeyizini düzmüş, kaynanası kayınbabası ve Ahmet!le şehire giderek, gelinliğini almışlar, sonra , kız eviyle anlaşarak, gelin için gerekli ev eşyalarını almışlar, düğün gününü karar laştırmışlardı. Ekimin, ikinci haftası, Cumartesi günü başlayacak düğün, Pazar günü gelinin baba evinden alınıp oğlan evine götürülmesi ile son bulacaktı. Osman Efendi, düğün sofrasını üst kata kurdurmuştu...Kadınlar da alt kattaydı..Üst kat yetmediği için, bahçenin içine de masalar atılmıştı. Evin çatısına bir bayrak, bayrak direğine de elma takılmıştı. Komşu Köylerden, şehirden gelen misafirler üst kata alınıyordu. Davul ile zurna, oğlan evinin kapısında, okuntuya gelenleri selamlarken, okuntucular davulcu ile zurnacıya gönlünden ne koparsa veriyordu. Osman Efendi, silah atılmasını istemediği halde, delikanlılar, erkek ler halay çekerken, tabancanın namlusuna kurşun sürüp tetiğe basıyorlardı... Ahmet rakının verdiği mahmurlukla başı dönüyordu...Ama, hareketleri, bir garipti, onu tanıyan delikanlılar, "Ahmet'i rakı çarptı galiba diye gülüyorlardı.. Dudu, eline kına yakılırken, kızın biri "Yüksek Yüksek tepelere ev kurmasınlar , aşırı aşırı memle kete kız vermesinler !" diye türkü söylüyor, adet olduğu üzere, gelin ağlatılıordu...Dudu ağla sa da "hem ağlarım hem giderim misali içi heyecandan titriyordu... * * * Ahmet, Duduyu kuaföre götürerek saçlarını yaptırmış, kendisi, lacivert bir elbise, ve beyaz bir gömlek, ayaklarına da siyah bir makosen ayakkabı almıştı. * * * Gerdek odasına girdiklerinde ikisi de heyacanlıy- dı...Ahmet'ın bakışları bir garipti, kızı öperken ca- nını acıtıyordu...Ama Dudu, heyecandan sanarak katlanıyordu buna...Giderek, delikanlının hareket- leri daha da dengesizleşmişti...Kızın neresi gelirse ısırıyor, göz bebekleri büyüyor, ağzından beyaz köpükler geliyordu. "İmdaaaat!" diye bağıdı. Çığlığı, kapının dışında, kanlı çarşaf bekleyen yengelerden biri duydu. Kızın çığlığına, utanmayı neyi bir tarafa bırakarak, odaya girdi..Manzara korkunçtu, kızın her tarafı diş izi ve kandı.. " Aman Allah 'ım ! Ahmet kudurmuş !" diye avazı çıktığı kadar bağırdı. Sesi duyan sağdıç Hüseyin, içeri daldı, belinden tabancasını çıkarıp kızın üstüne abanan, Ahmet'in tam kafasına nişan alıp tatiğe bastı, odanın içini önce şiddetli bir patlama aldı, sonra Ahmet arka üstü devrildi... Osman efendinin nutku tutulmuştu sanki. Ahmet'in annesi,kalb krizi geçirirken, iki kız kardeşi ,yerde cansız yatan, ağzının kenarında köpükler olan ve damat elbisesi ve beyaz gömleği kan içindeki talihsiz ağabeylerine ve murada eremeyen geline ağlayarak bakıyorlardı... Zavallı Dudu, eli yüzü kan ve diş izleri içinde korkudan tütriyordu. Yaşadığı korkunç olayın etkisinden hala kurtulamadığından şoka girmişti Sağdıç Hüseyin, karakolda alınan ifadesinden sonra serbest bırakılmıştı ******* Dudu, nun ailesi, o olaydan sonra köyden göç etmişti...Dudu, kurtuldu mu yoksa kudurup feci şekilde öldü mü ? Aile nereye gitti, başlarına ne geldi bilen yok... Ama, her ekim ayında, Dudu kızın düğününün olduğu gün uğursuzluk sayıldığından, evlenen gençler, gerdek gecesini o güne denk getirmezler. Ve gelinlik kızlar, her ekim ayında, oturup ağlar Ahmet, in mezarı, köyün girişindeki, mezar lıkta, etrafı taş duvarla çevrili mezarlarlığın içinde en yeni mezar, Ahmet'in mezarı, mezarının başına konan mermerde, Ahmet'in adı soyadı, baba adı doğum tarihi ,doğum yeri, ve ölüm tarihi yazılı Ahmet, elinde valizi şosede otobüsten inmişti, bundan sonra köyüne yayan gidecekti...Gökte yıldızlar, sanki gülüyordu delikanlıya, ne çok yıldız vardı, "askerlik bitti Dudu, çok şükür az sonra sana kavuşacağım !"diye geçirdi içinden. Yürüyordu yolu... Ekim ayının serin bir gecesiydi, bozkır ucu bucağı belli olmayan boz kır,önünde uzayıp gidi- yordu. Çocukluğu aklına geldi birden, yaz geceleri anası ile babası odalarında yatarken, o kız kardeşleri ile damda yatardı. Yer yataklarında gece yarılarına kadar kikir kikir gülerek, kendi ara- larında şakalaşırlardı...En ilginci de gökteki, yıldızı aralarında paylaşırlardı...Ahmet, sabaha karşı görünen en parlak yıldız olan demir kazık "çoban yıldızını severdi" ... Yolun kenarında, biçilen ekin tarlaları görünü yordu...Harman sonu, düğün gününü kararlaştırmış- lardı, Dudu'nun babası ile kendi babası. Babası, "Sağılacakla teskereni al gel, düğününü yapalım oğlum!"diye mektup yazmıştı. Trene biner- ken, kuracağı yuvanın düşünü kuruyordu..Konpart manda, yaşlı bir adamla, genç bir kadın vardı.. "Oğul, pek dalgınsın, dikkat ettim, yüzün hiç gülmüyor, bir sıkıntın mı var ?"diye sormuştu yaşlı adam. Gülümsemişti, " teskeremi aldım, vatan bor- cunu yapıp köyüme sevdiklerime dönüyorum amca !" diye cevap vermişti..Adam, "nerelisin ?" diye sormuştu. Köyünün adını söylemişti... Tren birkaç istasyonda durmuş, inenler, binenler olmuştu...Yol yorgunluğunun üstüne uyku da bastırmıştı. Trenin sarsıntılı sesi, arada bir çalan düdüğü, askere giderken, kendisi gibi son tertip olan asker adaylarının, kiminin neşeli kiminin yakın larının gelmemesi nedeniyle buruk olmasını anım- sadı, gülümsedi, "Ahmet efendi ! askerlik bitti köyündesin işte..!"diye söylendi kendi kendine... Annesi ile babası, bacıları kim bilir nasıl şaşıracak- lardı...Tezkere gününü , yazmamıştı babasına Süpriz yapacaktı ! Dudu, yeşil gözlü, yay kaşlı yavuklusu karşısında görünce kimbilir nasıl sevi- necekti...Yanıklar köyünde, şimdiye kadar böyle düğün ne gördük ne de yaşadık !Aşkolsun Ahmet'lere diyeceklerdi... Köyün mezarlığına gelmişti. Taşlarla çevrili mezarlığın yanından geçerken içi ürpermişti nedense...Oysa, askerlikte, nöbet tutarken, karşıda mezarlık vardı, her gün, bu mezarlığa cenaze arabasıyla, erkek ,kadın, çocuk, yaşllı her dinden her mezhepten cenaze geliyordu. Müslüman mezarı hemen belli oluyordu.. Mezar taşının üstünde ay ve yıldız, ölenin adı soyadı, cinsiyeti , doğum ve ölüm tarihi, baba adı, memleketi yazılıydı... Mezarlığı geçmişti ki, arkadan sinsice yaklaşan bir tilki bacağını ıssırdı. " Vay namussuz hayvan !" diye tilkiye yerden bir taş alıp attı, tilki çoktan karşıya geçip mezarlığa girmişti... Köye, girdiğinde, gecenin bi yarısı olmuştu. Köy derin uykudaydı...Işıklar sönmüş, gök yüzünde testekerlek bir ay vardı, hava açıktı. Ayak sesine köyden birkaç köpek havladı... * * * * Avlu kapısından girdi, dut ağacına zincirle bağlı, kara kıllı, kulakları kesik bir köpek, sahibini tanımadığından , zinciri koparmak için yırtınırken Osman efendi, ayak yoluna çıkmak için, taş merdi venden iniyordı ki karşısında valizli, uzun boylu sırtında goçuk, Ahmet'i birden karşısında görünce tanıyamadı, "hayırdır inşallah ! Bu eli valizli kim bu gece vakti gelen !" diye söylendi...Ahmet, gülümseyerek, ay ışığında, balmumu gibi sarı yüzlü babasına baktı." Baba!beni tanımadın mı ?"dedi. " Ben Ahmet !" Adam, " Amet, oğlum !" diye sesi titredi.."Hayır mı oğlum ? Gece vakti insan gelir mi? Gündüz gelir insan, haydi yukarı çık, ben de su döküyüm geliyom " Ahmet , babasının açık bıraktığı kapıdan girdi.. Osman efendi, etrafı taşla çevrili yüz numaraya oturarak büyük aptestini yaptı, sonra, naylon ıbrıktan su dökerek k.... yıkadı, sonra yerden sabunluktan el sabununu alarak, ellerini yıkadı şalvarını yukarı çekerek, merdivenden eve çıktı. Ahmet, elindeki valizi, kapı girişine koydu. Sonra babasının eline geldi, yaşı adam, oğlunun yüzünü öptü. Delikanlı, "Anamla,bacılarımı uyandır ma baba !"dedi.."Sabah olsun, görüşürüm..." Yaşlı adam, "yol yorgunusun oğul, yatağını yapsınlar da yat !" dedi.. "Baba sen rahatına bak ! Ben şu sedire uzanırım...!" dedi.. Osman Efendi, bir battaniye getirdi. "Uyuyanın üstüne kar yağarmış, şunu üstüne ört Ahmet, yastığa başını koyar koymaz uyudu * * * * O sabah, erkenden uyanan Ahmet, ocakta süt kaynatan annesinin elini öptü..Yaşlı kadın, sevinçten gözleri doldu geldi..Sarıldı oğluna. "Ana...Anacığım nasılsın ? Hastalığın nasıl oldu ?" dedi . Yaşlı kadın, "yaşlandık gayri oğul...! Baban şeere götürdü, doktura gösterdi, şu kırmızı hapları verdi, kullanalı dizimin ağrısı azaldı !"dedi.. Sabah namazını kılan Osman efendi, karısına " süt piştiyse, Amet'e koy da içisin !" dedi.. Delikanlı, "Eee...siz de ne var ne yok ?"dedi.. Yaşlı adam, " Biz iyiyiz oğul, maşallah eskerlik sana yaramış...! Ne o ? Çorabı niye çıkardın ?" "Evde kolanya var mı ? Namussuz tiki ıssırdı.." dedi..Yaşlı adam, "durup dururken tilki ıssırmaz oğul...Doktora gitsen iyi olur...!" Ahmet, güldü, "tilkinin ısırığından ne olacak baba! Alt tarafı bir sıyrık ..." Keziban, ağabeyisine sarıldı, öptü. Ahmet gülerek, "kız büyümüşsün , hem de güzelleşmişsin dedi..Kızın yüzü kızarmıştı. Sonra, "Dudunun haberi yok ! Git geldiğimi haber ver, ben de yarın giderim !"dedi.. * * * * Dudu, Ahmet'in askerden teskeresini alıp gel- mesine çok sevinmişti. Çeyizini düzmüş, kaynanası kayınbabası ve Ahmet!le şehire giderek, gelinliğini almışlar, sonra , kız eviyle anlaşarak, gelin için gerekli ev eşyalarını almışlar, düğün gününü karar laştırmışlardı. Ekimin, ikinci haftası, Cumartesi günü başlayacak düğün, Pazar günü gelinin baba evinden alınıp oğlan evine götürülmesi ile son bulacaktı. Osman Efendi, düğün sofrasını üst kata kurdurmuştu...Kadınlar da alt kattaydı..Üst kat yetmediği için, bahçenin içine de masalar atılmıştı. Evin çatısına bir bayrak, bayrak direğine de elma takılmıştı. Komşu Köylerden, şehirden gelen misafirler üst kata alınıyordu. Davul ile zurna, oğlan evinin kapısında, okuntuya gelenleri selamlarken, okuntucular davulcu ile zurnacıya gönlünden ne koparsa veriyordu. Osman Efendi, silah atılmasını istemediği halde, delikanlılar, erkek ler halay çekerken, tabancanın namlusuna kurşun sürüp tetiğe basıyorlardı... Ahmet rakının verdiği mahmurlukla başı dönüyordu...Ama, hareketleri, bir garipti, onu tanıyan delikanlılar, "Ahmet'i rakı çarptı galiba diye gülüyorlardı.. Dudu, eline kına yakılırken, kızın biri "Yüksek Yüksek tepelere ev kurmasınlar , aşırı aşırı memle kete kız vermesinler !" diye türkü söylüyor, adet olduğu üzere, gelin ağlatılıordu...Dudu ağla sa da "hem ağlarım hem giderim misali içi heyecandan titriyordu... * * * Ahmet, Duduyu kuaföre götürerek saçlarını yaptırmış, kendisi, lacivert bir elbise, ve beyaz bir gömlek, ayaklarına da siyah bir makosen ayakkabı almıştı. * * * Gerdek odasına girdiklerinde ikisi de heyacanlıy- dı...Ahmet'ın bakışları bir garipti, kızı öperken ca- nını acıtıyordu...Ama Dudu, heyecandan sanarak katlanıyordu buna...Giderek, delikanlının hareket- leri daha da dengesizleşmişti...Kızın neresi gelirse ısırıyor, göz bebekleri büyüyor, ağzından beyaz köpükler geliyordu. "İmdaaaat!" diye bağıdı. Çığlığı, kapının dışında, kanlı çarşaf bekleyen yengelerden biri duydu. Kızın çığlığına, utanmayı neyi bir tarafa bırakarak, odaya girdi..Manzara korkunçtu, kızın her tarafı diş izi ve kandı.. " Aman Allah 'ım ! Ahmet kudurmuş !" diye avazı çıktığı kadar bağırdı. Sesi duyan sağdıç Hüseyin, içeri daldı, belinden tabancasını çıkarıp kızın üstüne abanan, Ahmet'in tam kafasına nişan alıp tatiğe bastı, odanın içini önce şiddetli bir patlama aldı, sonra Ahmet arka üstü devrildi... Osman efendinin nutku tutulmuştu sanki. Ahmet'in annesi,kalb krizi geçirirken, iki kız kardeşi ,yerde cansız yatan, ağzının kenarında köpükler olan ve damat elbisesi ve beyaz gömleği kan içindeki talihsiz ağabeylerine ve murada eremeyen geline ağlayarak bakıyorlardı... Zavallı Dudu, eli yüzü kan ve diş izleri içinde korkudan tütriyordu. Yaşadığı korkunç olayın etkisinden hala kurtulamadığından şoka girmişti Sağdıç Hüseyin, karakolda alınan ifadesinden sonra serbest bırakılmıştı ******* Dudu, nun ailesi, o olaydan sonra köyden göç etmişti...Dudu, kurtuldu mu yoksa kudurup feci şekilde öldü mü ? Aile nereye gitti, başlarına ne geldi bilen yok... Ama, her ekim ayında, Dudu kızın düğününün olduğu gün uğursuzluk sayıldığından, evlenen gençler, gerdek gecesini o güne denk getirmezler. Ve gelinlik kızlar, her ekim ayında, oturup ağlar Ahmet, in mezarı, köyün girişindeki, mezar lıkta, etrafı taş duvarla çevrili mezarlarlığın içinde en yeni mezar, Ahmet'in mezarı, mezarının başına konan mermerde, Ahmet'in adı soyadı, baba adı doğum tarihi ,doğum yeri, ve ölüm tarihi yazılı Ahmet, elinde valizi şosede otobüsten inmişti, bundan sonra köyüne yayan gidecekti...Gökte yıldızlar, sanki gülüyordu delikanlıya, ne çok yıldız vardı, "askerlik bitti Dudu, çok şükür az sonra sana kavuşacağım !"diye geçirdi içinden. Yürüyordu yolu... Ekim ayının serin bir gecesiydi, bozkır ucu bucağı belli olmayan boz kır,önünde uzayıp gidi- yordu. Çocukluğu aklına geldi birden, yaz geceleri anası ile babası odalarında yatarken, o kız kardeşleri ile damda yatardı. Yer yataklarında gece yarılarına kadar kikir kikir gülerek, kendi ara- larında şakalaşırlardı...En ilginci de gökteki, yıldızı aralarında paylaşırlardı...Ahmet, sabaha karşı görünen en parlak yıldız olan demir kazık "çoban yıldızını severdi" ... Yolun kenarında, biçilen ekin tarlaları görünü yordu...Harman sonu, düğün gününü kararlaştırmış- lardı, Dudu'nun babası ile kendi babası. Babası, "Sağılacakla teskereni al gel, düğününü yapalım oğlum!"diye mektup yazmıştı. Trene biner- ken, kuracağı yuvanın düşünü kuruyordu..Konpart manda, yaşlı bir adamla, genç bir kadın vardı.. "Oğul, pek dalgınsın, dikkat ettim, yüzün hiç gülmüyor, bir sıkıntın mı var ?"diye sormuştu yaşlı adam. Gülümsemişti, " teskeremi aldım, vatan bor- cunu yapıp köyüme sevdiklerime dönüyorum amca !" diye cevap vermişti..Adam, "nerelisin ?" diye sormuştu. Köyünün adını söylemişti... Tren birkaç istasyonda durmuş, inenler, binenler olmuştu...Yol yorgunluğunun üstüne uyku da bastırmıştı. Trenin sarsıntılı sesi, arada bir çalan düdüğü, askere giderken, kendisi gibi son tertip olan asker adaylarının, kiminin neşeli kiminin yakın larının gelmemesi nedeniyle buruk olmasını anım- sadı, gülümsedi, "Ahmet efendi ! askerlik bitti köyündesin işte..!"diye söylendi kendi kendine... Annesi ile babası, bacıları kim bilir nasıl şaşıracak- lardı...Tezkere gününü , yazmamıştı babasına Süpriz yapacaktı ! Dudu, yeşil gözlü, yay kaşlı yavuklusu karşısında görünce kimbilir nasıl sevi- necekti...Yanıklar köyünde, şimdiye kadar böyle düğün ne gördük ne de yaşadık !Aşkolsun Ahmet'lere diyeceklerdi... Köyün mezarlığına gelmişti. Taşlarla çevrili mezarlığın yanından geçerken içi ürpermişti nedense...Oysa, askerlikte, nöbet tutarken, karşıda mezarlık vardı, her gün, bu mezarlığa cenaze arabasıyla, erkek ,kadın, çocuk, yaşllı her dinden her mezhepten cenaze geliyordu. Müslüman mezarı hemen belli oluyordu.. Mezar taşının üstünde ay ve yıldız, ölenin adı soyadı, cinsiyeti , doğum ve ölüm tarihi, baba adı, memleketi yazılıydı... Mezarlığı geçmişti ki, arkadan sinsice yaklaşan bir tilki bacağını ıssırdı. " Vay namussuz hayvan !" diye tilkiye yerden bir taş alıp attı, tilki çoktan karşıya geçip mezarlığa girmişti... Köye, girdiğinde, gecenin bi yarısı olmuştu. Köy derin uykudaydı...Işıklar sönmüş, gök yüzünde testekerlek bir ay vardı, hava açıktı. Ayak sesine köyden birkaç köpek havladı... * * * * Avlu kapısından girdi, dut ağacına zincirle bağlı, kara kıllı, kulakları kesik bir köpek, sahibini tanımadığından , zinciri koparmak için yırtınırken Osman efendi, ayak yoluna çıkmak için, taş merdi venden iniyordı ki karşısında valizli, uzun boylu sırtında goçuk, Ahmet'i birden karşısında görünce tanıyamadı, "hayırdır inşallah ! Bu eli valizli kim bu gece vakti gelen !" diye söylendi...Ahmet, gülümseyerek, ay ışığında, balmumu gibi sarı yüzlü babasına baktı." Baba!beni tanımadın mı ?"dedi. " Ben Ahmet !" Adam, " Amet, oğlum !" diye sesi titredi.."Hayır mı oğlum ? Gece vakti insan gelir mi? Gündüz gelir insan, haydi yukarı çık, ben de su döküyüm geliyom " Ahmet , babasının açık bıraktığı kapıdan girdi.. Osman efendi, etrafı taşla çevrili yüz numaraya oturarak büyük aptestini yaptı, sonra, naylon ıbrıktan su dökerek k.... yıkadı, sonra yerden sabunluktan el sabununu alarak, ellerini yıkadı şalvarını yukarı çekerek, merdivenden eve çıktı. Ahmet, elindeki valizi, kapı girişine koydu. Sonra babasının eline geldi, yaşı adam, oğlunun yüzünü öptü. Delikanlı, "Anamla,bacılarımı uyandır ma baba !"dedi.."Sabah olsun, görüşürüm..." Yaşlı adam, "yol yorgunusun oğul, yatağını yapsınlar da yat !" dedi.. "Baba sen rahatına bak ! Ben şu sedire uzanırım...!" dedi.. Osman Efendi, bir battaniye getirdi. "Uyuyanın üstüne kar yağarmış, şunu üstüne ört Ahmet, yastığa başını koyar koymaz uyudu * * * * O sabah, erkenden uyanan Ahmet, ocakta süt kaynatan annesinin elini öptü..Yaşlı kadın, sevinçten gözleri doldu geldi..Sarıldı oğluna. "Ana...Anacığım nasılsın ? Hastalığın nasıl oldu ?" dedi . Yaşlı kadın, "yaşlandık gayri oğul...! Baban şeere götürdü, doktura gösterdi, şu kırmızı hapları verdi, kullanalı dizimin ağrısı azaldı !"dedi.. Sabah namazını kılan Osman efendi, karısına " süt piştiyse, Amet'e koy da içisin !" dedi.. Delikanlı, "Eee...siz de ne var ne yok ?"dedi.. Yaşlı adam, " Biz iyiyiz oğul, maşallah eskerlik sana yaramış...! Ne o ? Çorabı niye çıkardın ?" "Evde kolanya var mı ? Namussuz tiki ıssırdı.." dedi..Yaşlı adam, "durup dururken tilki ıssırmaz oğul...Doktora gitsen iyi olur...!" Ahmet, güldü, "tilkinin ısırığından ne olacak baba! Alt tarafı bir sıyrık ..." Keziban, ağabeyisine sarıldı, öptü. Ahmet gülerek, "kız büyümüşsün , hem de güzelleşmişsin dedi..Kızın yüzü kızarmıştı. Sonra, "Dudunun haberi yok ! Git geldiğimi haber ver, ben de yarın giderim !"dedi.. * * * * Dudu, Ahmet'in askerden teskeresini alıp gel- mesine çok sevinmişti. Çeyizini düzmüş, kaynanası kayınbabası ve Ahmet!le şehire giderek, gelinliğini almışlar, sonra , kız eviyle anlaşarak, gelin için gerekli ev eşyalarını almışlar, düğün gününü karar laştırmışlardı. Ekimin, ikinci haftası, Cumartesi günü başlayacak düğün, Pazar günü gelinin baba evinden alınıp oğlan evine götürülmesi ile son bulacaktı. Osman Efendi, düğün sofrasını üst kata kurdurmuştu...Kadınlar da alt kattaydı..Üst kat yetmediği için, bahçenin içine de masalar atılmıştı. Evin çatısına bir bayrak, bayrak direğine de elma takılmıştı. Komşu Köylerden, şehirden gelen misafirler üst kata alınıyordu. Davul ile zurna, oğlan evinin kapısında, okuntuya gelenleri selamlarken, okuntucular davulcu ile zurnacıya gönlünden ne koparsa veriyordu. Osman Efendi, silah atılmasını istemediği halde, delikanlılar, erkek ler halay çekerken, tabancanın namlusuna kurşun sürüp tetiğe basıyorlardı... Ahmet rakının verdiği mahmurlukla başı dönüyordu...Ama, hareketleri, bir garipti, onu tanıyan delikanlılar, "Ahmet'i rakı çarptı galiba diye gülüyorlardı.. Dudu, eline kına yakılırken, kızın biri "Yüksek Yüksek tepelere ev kurmasınlar , aşırı aşırı memle kete kız vermesinler !" diye türkü söylüyor, adet olduğu üzere, gelin ağlatılıordu...Dudu ağla sa da "hem ağlarım hem giderim misali içi heyecandan titriyordu... * * * Ahmet, Duduyu kuaföre götürerek saçlarını yaptırmış, kendisi, lacivert bir elbise, ve beyaz bir gömlek, ayaklarına da siyah bir makosen ayakkabı almıştı. * * * Gerdek odasına girdiklerinde ikisi de heyacanlıy- dı...Ahmet'ın bakışları bir garipti, kızı öperken ca- nını acıtıyordu...Ama Dudu, heyecandan sanarak katlanıyordu buna...Giderek, delikanlının hareket- leri daha da dengesizleşmişti...Kızın neresi gelirse ısırıyor, göz bebekleri büyüyor, ağzından beyaz köpükler geliyordu. "İmdaaaat!" diye bağıdı. Çığlığı, kapının dışında, kanlı çarşaf bekleyen yengelerden biri duydu. Kızın çığlığına, utanmayı neyi bir tarafa bırakarak, odaya girdi..Manzara korkunçtu, kızın her tarafı diş izi ve kandı.. " Aman Allah 'ım ! Ahmet kudurmuş !" diye avazı çıktığı kadar bağırdı. Sesi duyan sağdıç Hüseyin, içeri daldı, belinden tabancasını çıkarıp kızın üstüne abanan, Ahmet'in tam kafasına nişan alıp tatiğe bastı, odanın içini önce şiddetli bir patlama aldı, sonra Ahmet arka üstü devrildi... Osman efendinin nutku tutulmuştu sanki. Ahmet'in annesi,kalb krizi geçirirken, iki kız kardeşi ,yerde cansız yatan, ağzının kenarında köpükler olan ve damat elbisesi ve beyaz gömleği kan içindeki talihsiz ağabeylerine ve murada eremeyen geline ağlayarak bakıyorlardı... Zavallı Dudu, eli yüzü kan ve diş izleri içinde korkudan tütriyordu. Yaşadığı korkunç olayın etkisinden hala kurtulamadığından şoka girmişti Sağdıç Hüseyin, karakolda alınan ifadesinden sonra serbest bırakılmıştı ******* Dudu, nun ailesi, o olaydan sonra köyden göç etmişti...Dudu, kurtuldu mu yoksa kudurup feci şekilde öldü mü ? Aile nereye gitti, başlarına ne geldi bilen yok... Ama, her ekim ayında, Dudu kızın düğününün olduğu gün uğursuzluk sayıldığından, evlenen gençler, gerdek gecesini o güne denk getirmezler. Ve gelinlik kızlar, her ekim ayında, oturup ağlar Ahmet, in mezarı, köyün girişindeki, mezar lıkta, etrafı taş duvarla çevrili mezarlarlığın içinde en yeni mezar, Ahmet'in mezarı, mezarının başına konan mermerde, Ahmet'in adı soyadı, baba adı doğum tarihi ,doğum yeri, ve ölüm tarihi yazılı Ahmet, elinde valizi şosede otobüsten inmişti, bundan sonra köyüne yayan gidecekti...Gökte yıldızlar, sanki gülüyordu delikanlıya, ne çok yıldız vardı, "askerlik bitti Dudu, çok şükür az sonra sana kavuşacağım !"diye geçirdi içinden. Yürüyordu yolu... Ekim ayının serin bir gecesiydi, bozkır ucu bucağı belli olmayan boz kır,önünde uzayıp gidi- yordu. Çocukluğu aklına geldi birden, yaz geceleri anası ile babası odalarında yatarken, o kız kardeşleri ile damda yatardı. Yer yataklarında gece yarılarına kadar kikir kikir gülerek, kendi ara- larında şakalaşırlardı...En ilginci de gökteki, yıldızı aralarında paylaşırlardı...Ahmet, sabaha karşı görünen en parlak yıldız olan demir kazık "çoban yıldızını severdi" ... Yolun kenarında, biçilen ekin tarlaları görünü yordu...Harman sonu, düğün gününü kararlaştırmış- lardı, Dudu'nun babası ile kendi babası. Babası, "Sağılacakla teskereni al gel, düğününü yapalım oğlum!"diye mektup yazmıştı. Trene biner- ken, kuracağı yuvanın düşünü kuruyordu..Konpart manda, yaşlı bir adamla, genç bir kadın vardı.. "Oğul, pek dalgınsın, dikkat ettim, yüzün hiç gülmüyor, bir sıkıntın mı var ?"diye sormuştu yaşlı adam. Gülümsemişti, " teskeremi aldım, vatan bor- cunu yapıp köyüme sevdiklerime dönüyorum amca !" diye cevap vermişti..Adam, "nerelisin ?" diye sormuştu. Köyünün adını söylemişti... Tren birkaç istasyonda durmuş, inenler, binenler olmuştu...Yol yorgunluğunun üstüne uyku da bastırmıştı. Trenin sarsıntılı sesi, arada bir çalan düdüğü, askere giderken, kendisi gibi son tertip olan asker adaylarının, kiminin neşeli kiminin yakın larının gelmemesi nedeniyle buruk olmasını anım- sadı, gülümsedi, "Ahmet efendi ! askerlik bitti köyündesin işte..!"diye söylendi kendi kendine... Annesi ile babası, bacıları kim bilir nasıl şaşıracak- lardı...Tezkere gününü , yazmamıştı babasına Süpriz yapacaktı ! Dudu, yeşil gözlü, yay kaşlı yavuklusu karşısında görünce kimbilir nasıl sevi- necekti...Yanıklar köyünde, şimdiye kadar böyle düğün ne gördük ne de yaşadık !Aşkolsun Ahmet'lere diyeceklerdi... Köyün mezarlığına gelmişti. Taşlarla çevrili mezarlığın yanından geçerken içi ürpermişti nedense...Oysa, askerlikte, nöbet tutarken, karşıda mezarlık vardı, her gün, bu mezarlığa cenaze arabasıyla, erkek ,kadın, çocuk, yaşllı her dinden her mezhepten cenaze geliyordu. Müslüman mezarı hemen belli oluyordu.. Mezar taşının üstünde ay ve yıldız, ölenin adı soyadı, cinsiyeti , doğum ve ölüm tarihi, baba adı, memleketi yazılıydı... Mezarlığı geçmişti ki, arkadan sinsice yaklaşan bir tilki bacağını ıssırdı. " Vay namussuz hayvan !" diye tilkiye yerden bir taş alıp attı, tilki çoktan karşıya geçip mezarlığa girmişti... Köye, girdiğinde, gecenin bi yarısı olmuştu. Köy derin uykudaydı...Işıklar sönmüş, gök yüzünde testekerlek bir ay vardı, hava açıktı. Ayak sesine köyden birkaç köpek havladı... * * * * Avlu kapısından girdi, dut ağacına zincirle bağlı, kara kıllı, kulakları kesik bir köpek, sahibini tanımadığından , zinciri koparmak için yırtınırken Osman efendi, ayak yoluna çıkmak için, taş merdi venden iniyordı ki karşısında valizli, uzun boylu sırtında goçuk, Ahmet'i birden karşısında görünce tanıyamadı, "hayırdır inşallah ! Bu eli valizli kim bu gece vakti gelen !" diye söylendi...Ahmet, gülümseyerek, ay ışığında, balmumu gibi sarı yüzlü babasına baktı." Baba!beni tanımadın mı ?"dedi. " Ben Ahmet !" Adam, " Amet, oğlum !" diye sesi titredi.."Hayır mı oğlum ? Gece vakti insan gelir mi? Gündüz gelir insan, haydi yukarı çık, ben de su döküyüm geliyom " Ahmet , babasının açık bıraktığı kapıdan girdi.. Osman efendi, etrafı taşla çevrili yüz numaraya oturarak büyük aptestini yaptı, sonra, naylon ıbrıktan su dökerek k.... yıkadı, sonra yerden sabunluktan el sabununu alarak, ellerini yıkadı şalvarını yukarı çekerek, merdivenden eve çıktı. Ahmet, elindeki valizi, kapı girişine koydu. Sonra babasının eline geldi, yaşı adam, oğlunun yüzünü öptü. Delikanlı, "Anamla,bacılarımı uyandır ma baba !"dedi.."Sabah olsun, görüşürüm..." Yaşlı adam, "yol yorgunusun oğul, yatağını yapsınlar da yat !" dedi.. "Baba sen rahatına bak ! Ben şu sedire uzanırım...!" dedi.. Osman Efendi, bir battaniye getirdi. "Uyuyanın üstüne kar yağarmış, şunu üstüne ört Ahmet, yastığa başını koyar koymaz uyudu * * * * O sabah, erkenden uyanan Ahmet, ocakta süt kaynatan annesinin elini öptü..Yaşlı kadın, sevinçten gözleri doldu geldi..Sarıldı oğluna. "Ana...Anacığım nasılsın ? Hastalığın nasıl oldu ?" dedi . Yaşlı kadın, "yaşlandık gayri oğul...! Baban şeere götürdü, doktura gösterdi, şu kırmızı hapları verdi, kullanalı dizimin ağrısı azaldı !"dedi.. Sabah namazını kılan Osman efendi, karısına " süt piştiyse, Amet'e koy da içisin !" dedi.. Delikanlı, "Eee...siz de ne var ne yok ?"dedi.. Yaşlı adam, " Biz iyiyiz oğul, maşallah eskerlik sana yaramış...! Ne o ? Çorabı niye çıkardın ?" "Evde kolanya var mı ? Namussuz tiki ıssırdı.." dedi..Yaşlı adam, "durup dururken tilki ıssırmaz oğul...Doktora gitsen iyi olur...!" Ahmet, güldü, "tilkinin ısırığından ne olacak baba! Alt tarafı bir sıyrık ..." Keziban, ağabeyisine sarıldı, öptü. Ahmet gülerek, "kız büyümüşsün , hem de güzelleşmişsin dedi..Kızın yüzü kızarmıştı. Sonra, "Dudunun haberi yok ! Git geldiğimi haber ver, ben de yarın giderim !"dedi.. * * * * Dudu, Ahmet'in askerden teskeresini alıp gel- mesine çok sevinmişti. Çeyizini düzmüş, kaynanası kayınbabası ve Ahmet!le şehire giderek, gelinliğini almışlar, sonra , kız eviyle anlaşarak, gelin için gerekli ev eşyalarını almışlar, düğün gününü karar laştırmışlardı. Ekimin, ikinci haftası, Cumartesi günü başlayacak düğün, Pazar günü gelinin baba evinden alınıp oğlan evine götürülmesi ile son bulacaktı. Osman Efendi, düğün sofrasını üst kata kurdurmuştu...Kadınlar da alt kattaydı..Üst kat yetmediği için, bahçenin içine de masalar atılmıştı. Evin çatısına bir bayrak, bayrak direğine de elma takılmıştı. Komşu Köylerden, şehirden gelen misafirler üst kata alınıyordu. Davul ile zurna, oğlan evinin kapısında, okuntuya gelenleri selamlarken, okuntucular davulcu ile zurnacıya gönlünden ne koparsa veriyordu. Osman Efendi, silah atılmasını istemediği halde, delikanlılar, erkek ler halay çekerken, tabancanın namlusuna kurşun sürüp tetiğe basıyorlardı... Ahmet rakının verdiği mahmurlukla başı dönüyordu...Ama, hareketleri, bir garipti, onu tanıyan delikanlılar, "Ahmet'i rakı çarptı galiba diye gülüyorlardı.. Dudu, eline kına yakılırken, kızın biri "Yüksek Yüksek tepelere ev kurmasınlar , aşırı aşırı memle kete kız vermesinler !" diye türkü söylüyor, adet olduğu üzere, gelin ağlatılıordu...Dudu ağla sa da "hem ağlarım hem giderim misali içi heyecandan titriyordu... * * * Ahmet, Duduyu kuaföre götürerek saçlarını yaptırmış, kendisi, lacivert bir elbise, ve beyaz bir gömlek, ayaklarına da siyah bir makosen ayakkabı almıştı. * * * Gerdek odasına girdiklerinde ikisi de heyacanlıy- dı...Ahmet'ın bakışları bir garipti, kızı öperken ca- nını acıtıyordu...Ama Dudu, heyecandan sanarak katlanıyordu buna...Giderek, delikanlının hareket- leri daha da dengesizleşmişti...Kızın neresi gelirse ısırıyor, göz bebekleri büyüyor, ağzından beyaz köpükler geliyordu. "İmdaaaat!" diye bağıdı. Çığlığı, kapının dışında, kanlı çarşaf bekleyen yengelerden biri duydu. Kızın çığlığına, utanmayı neyi bir tarafa bırakarak, odaya girdi..Manzara korkunçtu, kızın her tarafı diş izi ve kandı.. " Aman Allah 'ım ! Ahmet kudurmuş !" diye avazı çıktığı kadar bağırdı. Sesi duyan sağdıç Hüseyin, içeri daldı, belinden tabancasını çıkarıp kızın üstüne abanan, Ahmet'in tam kafasına nişan alıp tatiğe bastı, odanın içini önce şiddetli bir patlama aldı, sonra Ahmet arka üstü devrildi... Osman efendinin nutku tutulmuştu sanki. Ahmet'in annesi,kalb krizi geçirirken, iki kız kardeşi ,yerde cansız yatan, ağzının kenarında köpükler olan ve damat elbisesi ve beyaz gömleği kan içindeki talihsiz ağabeylerine ve murada eremeyen geline ağlayarak bakıyorlardı... Zavallı Dudu, eli yüzü kan ve diş izleri içinde korkudan tütriyordu. Yaşadığı korkunç olayın etkisinden hala kurtulamadığından şoka girmişti Sağdıç Hüseyin, karakolda alınan ifadesinden sonra serbest bırakılmıştı ******* Dudu, nun ailesi, o olaydan sonra köyden göç etmişti...Dudu, kurtuldu mu yoksa kudurup feci şekilde öldü mü ? Aile nereye gitti, başlarına ne geldi bilen yok... Ama, her ekim ayında, Dudu kızın düğününün olduğu gün uğursuzluk sayıldığından, evlenen gençler, gerdek gecesini o güne denk getirmezler. Ve gelinlik kızlar, her ekim ayında, oturup ağlar Ahmet, in mezarı, köyün girişindeki, mezar lıkta, etrafı taş duvarla çevrili mezarlarlığın içinde en yeni mezar, Ahmet'in mezarı, mezarının başına konan mermerde, Ahmet'in adı soyadı, baba adı doğum tarihi ,doğum yeri, ve ölüm tarihi yazılı . |